30 Aralık 2011 Cuma

Paris Üzerine


Paris, Paris, Paris...

Ne buldunuz bu yalnız şehirde?

Aşıklar şehri mi?!

Boş versene! Yalnızlıktan kırılan bu hüzünlü şehrin ilacı sevgiden beslenmek midir? Kimsenin bu kadar cömert olmayacağını düşünüyorum.

Bir sokağında bile yaşatmadıkları Brel’i, sadece bir lisede bulabildim. Ne de olsa bir Belçikalı değil mi?! Merde!

Sokakları sidik kokan bu şehir, bana sadece sensizliği hatırlattı. Her köşesinde karşıma çıkacakmışsın gibi, herkesin yüzüne baktım ilk iki gün. Bir mucize bekledim Paris’ten. Bir mucize!

"Kendine gel!" dediğimde önüne bakan birisi olmuştum bile.

İlk gün uzun zamandır görmediğim birisinde kaldım. Sohbet güzeldi... Evet, sohbet güzeldi. Sonra bir barda, başka birisine yönlendirmekten başka bir şey yapmadım.

Sokaklarında kaldım akşamında Paris’in. 13 saat yürüdüm. Bir saniye durmadan. Anlatırım sokaklarındaki yalnızlığı. Anlatırım hüznün kraliyetini. Taç takılmasını beklemeden. Yalnız bir şehir Paris. Olabildiğince hüzünlü.

Sevdiğim yerleri var şüphesiz. Asla anlamayacakları kötü Fransızcası ile Brel dinledim bolca. Her metro durağında. Her bağlantı noktasında. Ne Brel anlattı Paris’i, ne de gördüklerim.  Boşuna değil orada gömülmeyi istemeyişi.

Notre Dame’ın arkasındaki aşıklar köprüsüne kilit takıp anahtar atamadım ırmağa. Aşıklar şehrinde bir başıma kaldım. Hayalin ve ben.

Bir vesikalık fotoğrafın kalmıştı elimde. O gün Sacre Coure’a gittim. Yalnız. Erkenden. Güneşin ışıklarıyla aydınlanan sokaklarında sıyrıldım kalabalığın arasından. Oradaydı. Beyaz. Alımlı. Bir kadın gibi. Aşkı anlar dedim. Bir mum yaktım sana ve bana dair. Dilekler sıraladım ümitsizce. Bir damla yaş ile, elimdeki madalyonu bir çocuğa verdim. Bir mum yaktım, ilk kez kendimi düşünmeden. “Onu bana geri ver” diyerek. İsa’nın tam altında kutsadım aşkımı sana sormadan. Sana yutkunarak. Sana boğularak.


Aşağıya indim doğrudan. Şarap ve krep ile. Başımda hüznün bulutları, dudaklarımda sen.
Haykırmak istedim dünyaya. O gün. Orada. Anlamadılar. Anlamazlar. Anlamayacaklar. Paris, Paris olalı böyle acı hissetmiş midir?

Louvre, La Fayette, Pompidou, hepsi yalan. Sonraki gün tekrar gittim Sacre Coure’a. Resmin elimde. Bir bar buldum. Sıcak şarap yapan. Çok güzeldi. İçtiğim her andan daha güzel. Aklımdaydın, belki ondan.

Resmini oradaki yüzlerce resmin arasına yerleştirdim. Ağlayarak ayrıldım senden bir kez daha. Cüzdanımdakini yanımda tutarak. Seni Kutsal Yürek’te bıraktım. Aşkımın doruk noktasında. Seni hak eden tek yerde. Yüzlerce gülümseyen yüz arasında. Bir krep ve bir kadeh sıcak şaraba...

Sidik kokar Paris’in sokakları. Köpeklerden sanırsın. Değil. Aşıkları Paris’in. İşerler olabildiğince sokaklarına.

Metrosuna hayran kaldım ama. Belleville’e uğradım. Hatırasını yaşatarak beraberliğimizin. Üçüzlere bakındım. İzlerine. Ara ki bulasın. Yalan!


Paris’in sokakları hayvanları sevmez. Kedi bulamazsın asla. Sahibinin hükmü altındaki köpekler dışında, güvercinlerdir kalan. Semirmiş...

Köpekler var, sıcak, keyifli... Evsizlerin kucağında. Onlar bile tasmalı. Küpeli değil. Ah İstanbul! Ne cömertsin!

Aşkı aramadım Paris sokaklarında. Aşkımı taşıdım Paris sokaklarına. Görsün diye. Öğrensin diye. Gerçek aşkı bir kez daha anlasın diye. Ağladı o gece Paris. Ağladı yalnız sokaklarına. Ağladı üzerime. Ağladı tüm gece boyunca yalnızlığıma.

Fransızca konuşmaktı derdim giderken. Konuştum da. Herkes iyi davrandı. En rahat sınır geçişim oldu.

Kadınlar da erkekler de alıcı gözle süzdü beni sokaklarında Paris’in. Güzel binalardan yansıyan ışıktı onları bana yönelten. Daha doğrusu onlar öyle sanıyordu. Aşkımdı beni güzel kılan. Her şeye rağmen kaybetmediğim. Sevdiğim. Sevdiceğim. Sendin beni güzel kılan. Üçüncü gün bakışlara gülümsemeyi öğrendim. Teşekkür edercesine. "Beni güzel bulmanız ne güzel! Bir de sevdiğim kadın güzel bulsa" diyerek.  

Bahçelerinde çöp bulamazsın sidikli Paris’in. Her şey bir yana, “günaydın” de herkese. Gün gerçekten aydınlanacaktır Paris’te.

Herkes İngilizce konuşabiliyor. Sadece Fransızca başla. Onlar dönecektir İngilizce’ye. Beni Fransız sandılar, her yerde. Hep Fransızca konuşmaya çalıştığım için belki de. Bir Norveçli de Fransız sanınca. Ben de ait hissettim bir an yalnızlığına Paris’in. Çala kalem yaşadım gecelerini Paris’in. İki kadın evine davet etti son gece. Gitmedim. Heyecan değil aradım, gerçek sevgi. Onu bildim Paris’te.

Ağladım sokaklarında Paris’in. Keşke sen de olsaydın yanımda diye.

Müzisyenleri sevmez sokakları Paris’in. Garibaldi tek kalan. Varsa yoksa yazar, felsefeci. Paris yazan değil, söyleyen bir şehirdi oysa gözümde. Yanlış tanımışım Paris’i. Yanlış sevmişim.

Bana gittiğini söyleme. Biliyorum. Bana “gelmeyeceğim” deme, biliyorum. Ne yazık ki ne kalbim anlar bu kelimeleri ne de her gün taşlara vurduğum başım. Bana bir şey söyleme. Son mail’ime yazmadığın gibi. Yolun açık olsun sadece. Ben kalırım benimle.

Bu gece bir bar sahibi çağırdı yılbaşı gecesine. “On kişi olacağız yakın arkadaş, sen de gel” dedi. Dört yıl sonra, sana hayıflanmadan geçireceğim bu yılbaşını. Ne senin gibi her gece dans ediyorum İstanbul’un barlarında, ne de bir aşk arıyorum, ortak yalnızlığıma. Yaşıyorum aşkım. Yaşıyorum seni, bu kez sensiz olarak.


Oysa yanında olmak için hayatımı verirdim bu yılbaşında.

Mutlu yıllar dileğiyle.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder